Pencere

Aç gözlerini ve etrafına bak. Belki bir otobüstesin dışarıya bakan pencere kenarında, belki oturmuşsun mutfak masasında bir vakit, kendine bakarcasına. Bakmak… En son ne zaman kendine bakmıştın, hatırlıyor musun? Aynaya değil; yüreğine, hayata…

Ah ne zor şeydir kendine bakmak. Sadece bakmak ile kalsa belki kolaylaştırır. Düşünüyorsun, düşünüyorsun, düşünüyorsun… Belki defalarca aynı şeyi kafanda dolaşırken görüyorsun, sorunun ya da cevabın seni derinden kesecekmiş hissiyatına kapılıp izin veriyorsun bir kez daha dolaşmasına. Bir tur daha atıyor sende, bir tur daha ve zamanını geçiriyor oracıkta. Artık “an”ı gelmiş; ince, keskin bir darbe vuruyor sana. Onca ertelemenin intikamını alırcasına cevapları bulduruyor ve soruları değiştiriyor bütün soğukluğuyla. Alınan cevaplar sendeki bir parçayı tamamlayarak kabuk bağlamış yaralara bürünüyor sıra.

Yeni sorular ise çoktan volta atmaya başlamış oluyor. Kafanın içinden çıkıp yüreğine sızıyor gizlice. Bakmayı öğrenen sen ise küçümsüyorsun yeni gelenleri; açtığı yarayı kapatacağını öğrendiğini düşünerek seni bir kez daha kesmesine izin veriyorsun, bil(e)meden. Bildiğini düşündüğün şey ise baktığın zaman anlayacağın oluyor; üstelik bunun üzerine düşünmeden anlayacağın. Çok geçmiyor bunun da üstünden; daha derin kesikler yüreğinde yerlerini almaya başlıyor. Yine cevaplar bulunuyor er ya da geç fark etmeksizin. Ancak fark eden her zaman soruların değişmesi oluyor.

Bakmayı ve düşünmeyi öğrenmiş, kendinden emin bir şekilde aynaya baktığında sadece yansımanı değil gerçekten kendini görmeye başlıyorsun. Bir pencereden bakabiliyorsun. Tecrübelerin, duyguların ve sen renklendiriyorsun pencereni, belki de çiçekler ekiyorsun yeni yeni topraklara, saksılara… Seni tanımlayan ve tamamlayan her şey burada artık. Ancak sorular değişmişti hatırlıyorsan, yeni kesikler getireceğini de biliyorsun. Ama bildiğin ya da öğrendiğin bir şey daha vardı artık: ertelememek. Ne soruları ne cevapları ne de kendini.

Ancak burada kendinden çok öğreneceğin ve arayacağın başka biri ya da birileri var: ailen, arkadaşların ya da tüm sevdiklerin ve onların pencereleri. Bunun farkındasın ve bir başkasının çerçevesine renk katmak istiyorsun. Cevapları, heyecan ve korkuyla arıyorsun. Zamanın sana acı getirdiğinin farkında olarak devam ediyorsun ve hızlanmaya başlıyorsun. Yanlış cevaplara ulaşıyor ve bir pencere çizmeye çalışıyorsun ama duvara; manzarasız, çiçeksiz, sahte…

Seni yaralayan zamanın gecikmesi değil acelen oluyor ve bunu yeni kabuklarla öğreniyorsun. Vakit sana öğretmeye devam ediyor; ne geç ne de erken, tam zamanında ya da “an”ında yaşamaya başlıyorsun hayatını. Tam yanında yeni bir pencere beliriyor yavaşça sonra bir başka çerçeve ve sonra bir başka…

Diyorsun ki, işte zaman bana bunları öğretti. Belki öyledir. Ama zamanını nasıl geçirdiğini bir düşün. Hissettiğin tüm o sevinçleri, mutlulukları, hüzünleri, kederleri ve acıları… Birbirine dönüşen o hisleri ve seni yeni duygular yaşatmaya iten okuduğun kitapları, izlediğin filmleri ve tanımaya çalıştığın insanları… Düşün. Bir de bir türlü öğrenmeyen seni ve diğerlerini. Onların pencerelerinden bakmayı dene, bir de çektiği acıları görmeyi, mutluluklarına dahil olmayı… Zor mu geliyor insanoğlu? Üzülme zaman öğretiyor yine, ya da benliğin.

Gözlerin açık ve etrafta geziniyor, belki birisinin penceresindesin belki de kendi çerçevende. İlk soruyu hatırla hemen: “En son ne zaman kendine bakmıştın, hatırlıyor musun?”. Ne zaman olduğunu boş ver sen, isterse yıllar önce isterse saniyeler önce olsun. Kapat şimdi gözlerini bak kendine…

Bunun üzerine denizin derinlerindeki kadim bir tanrı seslendi: Öyleyse çocuğum, başka bir dünya yap.

Ben Kirke, Madeline Miller

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s