
Hani diyoruz ya “hayat işte verdiğini geri alıyor” diye. Her şeyi vermediği gibi almıyor da. Sadece manevi olarak bakıyorum bu yazımda. Duygularını ya da hissettiklerini düşün. Hüznü, kederi ve de acıyı.
Hep var olurlar ciğerimizde, yüreğimizde, aklımızda, bedenimizde ya da ruhumuzda. Terk etmezler bizi diğerlerinin aksine. Dön bir bak. Seç bir anıyı hafızanın karanlık labirentlerinden. O gün, o sözde ya da yüzde ne hissettiysen yine belirir kesik attığı yerlerde. Taze bir kanı akıtır yine içine, bağladığı kabukları yüzercesine. Sızlatır kimisi, gücüne göre işte.
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
Bugünkü hüzün ya da yarınki keder ne fark eder ki? Ağır ağır çıktığın bu merdivenlerden bir zaman dönüp baktığında ardına geçmişin acılarını anımsatmayacak mı sanıyorsun sana? Hep var olacaklar ve herhangi bir yerde değil, send(l)e orada bulunacaklar. Yalnızlığında, kalabalık kahkahalarda, mutlu çerçevelerde eski bir dost gibi ziyaret edecek ve sarılacak sana. Teselliyi yine onda arayacaksın belki de…
Seç şimdi bir başka anıyı. Kuş cıvıltılarından, rengarenk çiçeklerin yaşam kattığı bir “çıkmaz”dan… Mutlulukların, sevinçlerin, ümitlerin ve de henüz tadılmamış güzelliklerin dünyasından olsunlar. Bakalım merdivenin daha üst basamaklarından. Bak buradan manzara çok hoş. Ağzın kulaklarında ve de gamzelerin kahkahaya birer davet… Bir kuşun ilk uçuşundaki heyecan gibi ve de kanatlanmış ruhun.
Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta, Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
Bugündesin. Sadece acının tatlı bir tebessümü yüzünde, gamzen hüzne bürünmüş ve belirsiz artık. O günler bir anda kedere dönüştü, yine. Yarına bakıyorsun bir başka umutla. Hazırsın mutluluğu kucaklamaya ama düşünüyorsun içten içe dönüşecek olan kedere. Kızıl havalar yaklaşmakta durduğun basamakta. Çöküyor omuzların. Acıya, kedere ve hüzne karşı… Ne yapmalı? Akşam olmadan varmalı mı son durağa?
Yarın ya da bugün yaşayacağın hüzünler ve de kederler geçmişin kirli aynasında yerlerini alacaklar. Bir zamanlar acı veren o merdivenler, sana bunu tekrar ve tekrar hissettirecek. Ben, bugüne kadar acıyı da kederi de hüznü de o “an”larda ve şimdi düşündüğümde sanki dünmüş gibi hissettim. Onlar hep varlar hayatımızda. Hayatın ya da kendimizin bize verdiklerinden birer parça ve almadıklarından birer bütün.
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller; Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller, Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Yine ben, mutluluğu dün, bugün ya da yarın; hissetmedim, hissetmiyorum ve hissetmeyeceğim. Neden biliyor musun? Çünkü kalıcı değil mutluluk ya da sevinç ya da bütün o güzel duygular. Hepsi şu “an” varlar ve kayıp gidiyorlar birer birer. Geçip gittiğinde ya da yaşadığında ardında sana kendisinden bir şey bırakmıyor ki. Benim kıymetim şimdide, diyor sana/bana. Mutluluk dediğin şey “an”larda saklıdır.
Merdivenleri koşarak çıktığında fark etmedin belki. Yavaşladın hatta durdun bir zaman, çöktün veya yığıldın koca bir basamakta. İzledin manzarayı bir “an” ve zamanın bölünmeyecek en küçük ve en değerli parçasını keşfettin. Yine ağlayacaksın bir vakit… Neden o “an” mutlu olduğun bu zaman parçaları için gözyaşı dökmeyesin?
Naçizane.
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta, Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta... Ahmet HAŞİM - Merdiven