Yola çıktım, geliyorum ya da gidiyorum. Yürümeyi ya da koşmayı ne zaman öğrendim bilmiyorum. Ama belli aralıklarla bu yollarda emeklediğimi biliyorum. Hatta çivi gibi çakıldığımı da. Bir gezginim herkes gibi. İsmimden mi gelir bilmem ama bir yolcuyum. Senle yürüyen, senden ayrılan, kendinden kopup inceldiği yerden bağlanan…
Sahiden yol nerede? Neden bu kadar birbirinden farklı kesişen çizgiler? Biri yerdeyken biri göğün yüzünde, biri de derinlerde… Biri kalın, biri ince, biri de keskin…Hangisinde koşmalı? Hangisinde süzülmeli? Biliyor muyum? Bilecek miyim? Bildim mi ki öncesinde? Bakmak istemiyorum bir daha ve bir daha ardıma. Bilmezliği ile hareket etmek istiyorum, dar bir zamana ait olmadan.
…
Ayaklarımı yerden kesen bir yolculuğa geldim sanırım. Bulutlar bana yoldaş, bulutlar bana sırdaş… Süzülmeye davet ediyor güneşin renklerinde, beyazın şeffaflığında ve de mehtabın ışığında… Hoş, çetin ceviz havalar da oluyor bu uğurda. Olsun, ne de olsa ayaklarım mahkûm değil herhangi birine. Sadece gökyüzüne aitmişçesine hareket edebilme özgürlüğüne… Ümitli şey sonuçta göğün yüzü. Her an eşlik edebiliyor kuşlar sana türküler ve de şarkılarla. Ya da birlikte göç edercesine… Tabii şans getiren de oluyor kafama…
Umut ile uçmak güzel ve de özgürlüğün tadı sarhoş etmesini de biliyor ki kanatlarım iyice yukarı çıkmaya hazırlanıyor… Yıldızlara değecek gibiyim neredeyse… Bir kanat çırpışı daha… Yıldızla aramda altın rengi kanatlarıyla beliren İkarus’a selam vererek düşüşüme eşlik ediyor melekler. Denizin sert dalgalarını kırıyor bedenim, denizin sert kıvrımları kırıyor ümidimi. Nefese hasret duyuyorum sıra. Nasıl bir nefes ki tüm güzellikleri tutuyor. Derinlerin karanlığı ise kötülüklerle dolu ve de her bir nefesim minik bir ışık saçıyor bu körlüğe… Güçsüz ve de yetersiz.
…
Naçizane.
