Değişmeyen tek şey değişimdir, der Herakleitos. Zaman için de aslında bu böyle. Bizleri çıkmaz ve dar sokaklara sürükleyen zamanın anıları… Hepimiz şu cümleyi kurmuşuzdur sanıyorum: “Ah keşke bugünkü aklım ve geçmiş günlerim olsa…” Peki, bize bunu düşündüren asıl şey ne? Şu günlerde çektiğimiz acılar mı? Bu günlerdeki pişmanlıklarımız mı? Yoksa o hatalarımız mı?
Cevabın ne olur bilemiyorum ama bunlara yakın bir şeyler çıkacaktır. Bu yazıda bir başka dar zamana bakacağız ama bu dar zamanları geçmişimizde arayarak belki biraz da üzülerek göz gezdireceğiz. An gelir ki bir seçim yapmak zorunda kalırız. Belki iki seçenek ile belki de çok daha fazlalarıyla ve her biri bir diğerinden daha beter olacak şekilde karar veririz. Göz göre göre “hata” yaparız birini seçerek. Üstelik ne kadar sonuçlarını ya da ileriki seçenekleri düşünürsek düşünelim “yanlış” yola saparız.
Yolculuğumuza yeni bir doğru ekleriz kararlarımızla ve hangi yolun daha “engebesiz” olduğunu bilmeyerek yol alırız. Bu uğurda çoğu kez arkamıza bakarız; geri dönmek için bir umut ya da olduğumuz yerde kalmak için bir sebep ararız. Hoş, bulmak da kolaydır ama seçmek, kalmayı seçmek… İşte bu da bir yol ayrımı oluşturabilir.
Oysa hayat hiç de doğrusal değil. İnişli çıkışlı demiyorum değerli okur, farklı gerçekliklere açılan ve bir diğerinde ne olduğunu bilmeyen karmaşık bir çizgiden bahsediyorum. Keskin dönüşleri, uzun ve ince yolları ile farklılıklar var hepimizin hayatında. Bir de geçmişte verdiğimiz kararlar doğrultusunda bizleri yargılayan içimizdeki bir ses: dar bir zaman.
Kendinden emin adımlarla ilerleyen o koca yüreklilerin bir anda küçülen adımları gibi pişmanlıklar… Hatta daha ayak tam anlamıyla yere basmamışken akla gelen o “Ben hata yaptım.” kelimeleri… Ah, ne kadar ahmakça! Bir bilsen.
İnsan istedi mi, pişman olmaya daima zaman bulur.
Niccolò Machiavelli
İnsan bu düşecek, yaralanacak ve kanayacak. Acıyı, kederi, hüznü tadacak mutluluğa da yer verecek elbette. Yolda olmanın bir şartı gibi bu. Bazı yolların gidilmesi gerektiği gibi bazı cesaretlerin kırılması bazılarının yerle bir olması gerek. İnsanın bozuk mayasını yoğuran da bu oluyor. Oysa serzenişte bulunmak için bir vakti yok işte bu yüzden dar bir zamana bırakıyor kendini.
Dönüp baktığın zaman ardına bütün o verdiğin kararlar, seçtiğin yollar bugünkü seni oluşturan birer parça. Üstelik o hata dediğin, pişman olduğun, keşkeleri dilinden kurtaramadığın zamanlar var ya işte onlarda mihenk taşları bir bütünün. Bugünkü beni oluşturan tüm o hatalara bir selam vermezsem olmaz ki…Bugünkü aklım nasıl olabilirdi? Ders çıkarmak, öğrenmek ya da yaraya tuz basmak… Hepsi dahil onlara, sana, bana…
Hadi diyelim ki zaman çok bonkör davrandı. Bugünkü aklını almana izin verip geçmiş günlerine götürdü. O “hataları” hiç yapmadın, bir tane bile “pişmanlık” yok kalbinde, “keşke” kelimesini duymamışsın bile kendinden. Acıyı, hüznü ve de kederi yaşamayan sen bir sonraki yolunda sahip olmadığın bir akılla nasıl baş edeceksin? Hayatın her anında düşmeni engelleyen bir üst akıl olacak mı sanıyorsun gerçekten?
Ben bunları yaşadım, sen yaşama diye aldığın öğütlerle o “hata”ları yapmayacaksın belki ama çok daha güzel hatalar yapacaksın. Ağlayacak, çığlıklar atmak isteyip susacaksın. Bütün bunların da bir güzelliği ne biliyor musun? Dönüp baktığında ardındaki yaşanmışlıklara, tüm o dar zamanlara, nelerin üstesinden geldiğini belki de gelemediğini göreceksin. Üstelik hata yapmaktan yana bir pişmanlığın olmayacak. Keşke denilen kavramın hayatındaki güzellikleri mahvetmesine izin vermeyeceksin. Çünkü bugün olduğun kişiyi o geçmişteki çetin yollardaki benliğin oluşturdu. Ve ben bugünkü halimden çok memnunum ki ne bir hatam ne bir keşkem ne de bir pişmanlığım var hayatıma dair… Hoş varsa da eğer çok güzeller onlar…
Bizler ne müneccimiz ne de birer kâhin. Bütün eylemlerimiz o anki mevcut durumumuz ve var olan aklımızla gerçekleşiyor. Her ne kadar öngörürsek görelim ilerisini, hep hesaba katılmayan sonuçlarla karşılaşacağız. Ne kader denilen kör talihe ne de dar bir zamana boyun bükmeye gerek var. Vakti geri alamadığımıza göre “pişmanlıkların” ağırlığı altında ezilmektense onları bugünkü benliğimize armağan etmek kendimize vereceğimiz güzel bir hediye olmaz mıydı? Nasıl anlamsızsa boş yere serzenişte bulunmak ve çivi gibi çakılıp kalmak bir o kadar da anlamlı yola devam etmek.
Neyi, nerede, nasıl ve ne zaman yapacağını bilmemek, yaşamaların farklı ve de güzel olanı değil midir zaten?
Naçizane.