Bir kere daha yazmayalım acıyı, kederi ya da sevinci. İçimde tutamadığım öylesine şeyler var ki… Üstelik öylesine dışarı çıkmak istiyorlar ki az daha dudaklarımdan dökülecekler. Hoş, bir kere aldılar benden bu korkuyu ve her defasında taşımayı iyi biliyorlar ki içimi onunla doldurup kaçmak istiyorlar benden. Tamam, gitsinler o zaman. Ama alçak ve de nankörler, biliyorum; yeni korkular ve tutuklular getirecekler.
Kusacak gibi oluyorum her seferlerinde, iyi biliyorlar o denizleri; pusulaya ihtiyaçları yok, ellerindeyim zaten. Gülünç ve de ironik, kendinden kaçıp kendine yakalanmak. Tabii, korkular da benim tutuklular da. İşin garip bir yanı da yadırgamamdan geliyor. Her defasında sarılıyorum kendilerine içten, eski bir dost gibi. Ama içimde o “eski” dostluğun bıraktığı burukluk ve kırıkları da taşıyorum. Birer kesik atıyorlar elbette. Hatırlatacak ne de olsa kendini, değil mi?
Derin nefesler eşlik ediyor sıra, birkaçı kaçıp gidebiliyor o sessizlikte ve derinlikte. Fark edemiyor olabilirim belki ama içten içe biliyorum da. Ne de olsa bendenizler. Onlar da birer gezginler ama yeni yerleri keşfetmektense aynı yollarda yürüyen, koşan ve de sürüklenen yolcular. Üstelik aşındırmışlar yolları ama bildiklerinden şaşmayacak da korkaklar. Onlar da biliyor ufkun ardından bir düşüşün olduğunu ama ölüme mi yoksa yeniden doğuşa mı? İşte o, bir sır. Çözülür mü kendi kendine, yoksa saklanır mı su taneciklerinde? Bilmiyorum.
Bir de bitmek bilmeyen bir umut var. Hah! Umut… İyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi karar veremeyecek düzeyde bir tedirginlik yaratıyor. İkiye ayrılıyorlar sıra, gülünç. Onlar bile şüphe edebiliyorlar kendilerinden, eh sonuçta ben yaştalar değil mi? Umut iyi bir şey diye yalvarıyorlar, belki de en iyisi diyerekten! İyi şeyler ölmez diye söylenecekler tutuklu olanların yarısı. Diğerleri mi? Onlar için de bir o kadar tehlikelidir, umut. Bir insanı delirtebilir diye haykırıyorlar! İyi de bir teorileri var, üstelik bir de kanıtları. Bendeniz tarafından elbette.
Delirmeye başlıyorlar, taşıp taşıp seferler düzenliyorlar, yanarak ve de yakarak! Yükseliyor onlarla birlikte sesleri “Yan gezgin yan!” izliyorum bir süre yanmalarını ve de sönmelerini, umutlarıyla. Haklı olmanın acısıyla seyrediyorlar, artık yarıdan fazla olanlar. Ama başka bir umut yeşertiyor sıra yananların türküsü. İntikam alma ümidini, benden! Şimdi, geliyor yeşeren umutlar, bir yanık türküyle…
“İzle yanışımı, sahip olduğun korkularınla
Seyret esir ettiğin kaygıları ve de umut et
Belki izin veririz yanışını seyretmene
Sahip olduğun tüm anıların
Belki akıp gider zamanla umutların
Tıpkı bizim gibi, senin gibi
…”
Gözyaşları neyi mi tutar? Sessizliği, korkuları, söylenemeyecek acıları, beni… Sanırım hepsini bir umutla birlikte tutar, ve de yakmasına izin verir. Baktığım aynadaki yansımama gösterecek anıları vardır. Yakacak esirleri, yüzleşmeye korktuğu günleri ya da bir nefesteki sessizlikleri… Bir dokunuşu yetecektir o yansımaya dalgalandırmak için yeniden kendilerini. Bir dalga boyu daha yaklaşabilecektir ufka belki de. Düşme korkusu olmadan, hazır bir şekilde: karşılamaya ölümü ya da yeniden doğuşu…
Haklı olmanın iğrenç duygusu ile kaplandım yine. Gülünç çünkü yeni korkuları şimdiden getirip esir etti içimde. Hangi seçeneğin daha umutlu olduğunu görmek üzere yeni tutuklular tartışmaya başladılar bile. Ölüm mü? Yeniden doğuş mu?
“…
Küllerinden yeni birer korku edinebilirim
Yanmadan, yakmadan; tutuklanmadan, esir almadan
Sadece ağlayarak tutmasına izin verebilirim
Gözyaşlarımı, tüm o anıları ve de yanan yolcuları.”
Naçizane.